Pazar, Kasım 21, 2010

Gözümüz aydın F@TİH geliyor....

merhaba:
Cumartesi günü Vatan gazetesinin birinci sayfasında yer alan haberde "570 bin sınıfa internet geliyor" dendikten sonra haberin devamında "İlk ve ortaöğretimdeki her sınıfta bilgisayar, projeksiyon makinası ve akıllı tahta bulunacak deniliyordu. Asıl önemli açıklamalar ise haberin iç sayfalarda verilen devamında geliyor ve "Türk Eğitiminde devrim yaratacak nitelikte önemli bir proje pazartesi günü açıklanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın yeni projesiyle her sınıfta internet bağlantılı dizüstü bilgisayar ile elektronik projeksiyonlar olacak. Öğrenciler evlerinde de okulun bilgisayar ağına bağlanarak ödevlerini güncelleyebilecek... diye devam ediyor.

Haberi tamammını okuyunca bu yıl okulların %40'ında uygulanacağını öğrenip çok mutlu oldum. Bu devrim haberlerini ne zaman duysam içim bir hoş oluyor nedense. Projenin dayanağı olarak, eğitim ve öğretimde niteliği artırmak (nasıl olcaksa, bu cihazları sınıflara taşıyınca olacaksa hemen diğer geri kalmış ülkelere haber verelim onlarda faydalansın) ve fırsat eşitliğini sağlamak (bu makinalar sınıflara konunca sadece öğretmenin önünde olacak, bu durumda fırsat eşitliği seyirci konumunda olmada sağlanacak galiba)amacıyla geliştirilen "Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (F@tih) Projesi'nde sona gelindi denilmektedir. Ben amaca bakınca fırsat eşitliğini sadece seyirci konumunda görebiliyorum, teknoloji konusuna gelince burada adı geçen teknolojiler çok uzun zamandır diğr ülkelerde  yaygın olarak kullanılmaktadır. Fırsat eşitliği değil de teknolojik araç gereç satan firmalar için oldukça yağlı bir fırsat olabilir.
Bu proje konusunda daha detaylı fikir paylaşımında bulunmak için bu yazıyı takip eden birkaç yazı yazmayı düşünüyorum. Nedenine gelince, birkaç yıl içerisinde demode olabilecek araç gereçleri eğitim/öğretim ortamlarına taşımayı eğitim/öğretimde devrim sanmanın bir son bulmasını istiyorum. Eğitimin bu ülkenin kaderini değişitirebilecek yegane çıkış yolu olarak görüyorum. Günümüzün moda terimleriyle "ülkenin bilişimle" kalkınacağını düşünüyorum. bunu sadece ben düşünmüyorum, benim gibi bir sürü kişi bu konuda düşünüyor ve çözüm önerileri sunuyor ama bu fikirlerin uygulamaya geçmesi sadece siyasilerin tercihleriyle belirleniyor. o nokta da çoğu zaman ortak akıl uygulamaya geçmiyor.
Bu projeyi okuyunca hemen aklıma 2000'li yıllarda uygulanan Temel Eğitimi Destekleme Projeleri geldi. Bu projeler çerçevesinde ülkede hatırı sayılır sayıda okula bilgisayar laboratuvarları, bilişim odaları kuruldu, birçok okul internete bağlandı ya bağlandığı söylendi. fakat daha sonraları yapılan değerlendirme çalışmalarında görüldü ki içinde 1000'den fazla öğrencisi olan okulun bilgisayar laboratuvarını ADSL ile 256/512K ile internete bağlamak o okulları internete bağlamak ve kullandırmak anlamına gelmiyor. ayrıca, bu bağlantı parası için ayrılmış bütçe olmayınca bu bağlantılar sürekli olmuyor. makinalar bozulunca bakım olmuyor v.b. sonuçta teknolojiyi satın alıp eğitim/öğretim ortamına getirmek devrim yapmak anlamına gelmiyor. Aslında bu tür devrim yapacakların öncelikle bu yapılması düşünülen projenin bütününü düşünüp ona göre yola çıkmlarında fayda olduğunu düşünüyorum. Öğretim Teknolojileri alanında bu tartışma çok uzun yıllardır dillendirilen (Clark-Kozma) bir tartışmayı hatırlattı bana. oradaki konu araç/ortam mı? yoksa yöntem mi? ikilemi çerçevesinde gelişiyordu. aslında ben her ikisininde önemli olduğuna inanıyorum ama öğrenme sırasında ikincil rollerinin olduğunu düşünüyorum. Bu konudaki düşüncelerimi "Öğrenmede minimum yasası" başlıklı yazıda özetlemişitim. Öğrenme özellikle de anlamlı öğrenme insan ürünü olup insanların katılımıyla gerçekleşiyor. Bu işlem sırasında ortam/teknolojik araçlar, kullanılan yöntemler hep ikincil rol oynuyorlar. Ama nedense en kolay olan bu ikincil araçların değiştirerek eğitim/öğretimi şekillendirebileceğimizi sürekli devrim peşinde koşuyor ama yenik güreşçi misali güreşe doymuyoruz. 

Bu projenin bir başka olumsuz sonucu bu güne kadar okullarda oluşturulan bilgisayar laboratuvarlarının (gerçi çoğu çok eski makinlardan oluşuyor) sınıflara dağıtılmasıyla artık öğrencilerin BEP I ve II'de ulaşabildiğimiz öğrenci başına 45-50 dakika/hafta oranlarınında yakın bir zamanda sıfırlanacak olması ve bunun sonucunda birçok öğrenci için o kadarlık kullanım bile hayal olacak. Artık öğrenciler tamamen seyirci konumuna gelecek. Bu kurgu öğretmeleri de kötü etkileyecek artık derslerini tahtaya yazıp paylaşma yerine powerpoint sunuları sınıfların hakimi olacak, bu sunuların bir kısmı kendileri tarafından hazırlanırken çoğu sağdan soldan bulunup ders ortamlarına taşınacak. daha önceleri ders planları paylaşılırken buna bir de elektronik ders notları eklenecek. bu giderek tek tipleşmeyi getirecek. AKILLI TAHTA'ya yazılan yazılar çok şükür saklanıp paylaşılabileceği için (projede öyle yazıyor) öğrenciler okulun sitesine bağlanıp alınabilecek :-) (ben bilmeden galiba bu üklede bilgisayarlaşma %90'ların aynı zamanda da inetnete bağlanma %90'ların üzerine çıktı galiba). henüz internete çıkma oranlarının %50 olduğu bir ülkede bu tür hayaller biraz fazla olmuş. Burada ikinci bir konu ise AKILLI tahta/sınıf tanımlamaları bu tanımlar gerçekten cisminden fazla anlam taşıyorlar, ilk duyduğum günden bu yana aklıma yatmayan bu tanımlmalar beni atasözü sahibi yapacak "Bütün teknolojilerin aklı onu kullanan insanın aklıyla sınırlıdır" :-) Akıllı teknoloji olmaz teknolojiyi akıllı kullanan ya da kullanmayan insanlar vardır. sınıflarda bu araçların olması yukarıda saydığım noktalar gözönüne alınrak düzenlenecek olursa fayda sağlayabilir. Bizim devrimde ise sistemin en önemli bacağı insan gözönüne alınmadan damdan düşer gibi sınıflara akıllı araçlar konularak akıllı sonuçlar alınacağı varsayılmış. Projenin başarılı olabilmesi için gerekli olan, öğretmenlerin bu sistemleri kullanabilecek kadar hazır olması (Hizmetiçi-Hizmet Öncesi eğitim), öğrencilerin bu teknolojilere sahipliği göz ardı edilmiş.
Ayrıca, 90 yılların gözdesi Oluşturmacı yaklaşım (Constructivism) içinde çaba sarfetmek gerekecek. sınıfa bir bilgisayar, projeksiyon makinası konunca oradaki ders yöntemi ister istemez doğrudan anlatıma (ppt üzerinden oldukça kolay olacaktır) dönecektir bu da oluşturmacı öğretim ortamlarına iyi bir örnek teşkil etmeyecektir.
Buraya kadar bu yeni devrim sonucunda nelerle karşılacağımız konusundaki görüşlerimi paylaşmak istedim. Aslında, hergün devrim yapacağımıza birazda daha önce yapılıanların nerelerde eksik kaldığına bakıp sonra devrim yapsak daha iyi olur diye düşünüyorum. "Geçmişlerini iyi değerlendiremeyenler gelecekte geçmişlerini tekrar yaşarlar" diye bir deyiş hatırlıyorum. Eğitim sistemimizde bunun örnekleriyle dolu. 1940'lı yıllarda var olan ve bugün en iyi Oluşturmacı uygulamalar arasında gösterilen "Köy Enstitüleri"ni kapatıp daha sonra Amerika Birleşik Devletler'nde 1990'lı yıllarda popüler olan Oluşturmacı yaklaşımı 2000'li yıllarda eğitim/öğretim programlarının tamamına uygulamaya çalışan bir ülkede yaşadığım için bu yapılanlar çok yabancı değil.
Köy Enstitülerine benzer bir uygulamada 1990'larda kurulan Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümleri'nin işlevleri ve mezunları konusunda yaşanmaktadır. Bu bölüm mezunlarının okuttacağı dersler arasında yer alan ilköğretimdeki derslerin kredileri sıfırlandı, seçmeli hale getirildi ve haftada bir saate indirildi. Orta kademe de ise bu öğremenlerin şu anda okutabileceği hiç bir ders bulunmamaktadır. 2009 PISA sonuçlarında ICT değerleri bu politikaların ne kadar doğru olduğunu hepimize gösterecektir.
saygılarımla,
M. Yaşar Özden