Merhaba:
Ülkemizde Temel Eğitimin 1-12 sınıflar düzeyinde
verilen Bilgisayar dersi ve bu dersi okullarda okutmak üzere yetiştirilen
"Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi" bölümü mezunlarını
doğrudan ilgilendiren "Bilgisayar Dersi" konusunda Milli Eğitim
Bakanlığı'nın yaptığı uygulama konusundaki görüşlerimi aktarmak üzere Milliyet
Gazetesi yazarı sayın Abbas Güçlü ‘ye aşağıdaki maili gönderdim, umarım bu
soruna gereken ilginin gösterilmesi konusunda bizlere yardımcı olurlar....
------------------------------------------------------------------------------------------
Sayın Güçlü:
Üniversitelerle ilgili yazılarınızı ilgiyle
okuyorum. Üniversitelerin durumlarının tartışıldığı bugünlerde gözlerden kaçan
bir nokta ileride başımıza çok büyük sorunlar açacağı kaygısını taşıdığım için
sizinle paylaşma ihtiyacı duydum ve bu epostayı size göndermeye karar verdim. Günümüzde
TE12 (K12) okullarında okutulan ya da okutulması bence gerekli olan Bilgisayar
derslerinin 1-8. Sınıflarının müfredat çalışmalarını hazırlayan gurubun içeresinde
yer aldım. (Bkz.
http://ttkb.meb.gov.tr/ogretmen/modules.php?name=Downloads&d_op=viewdownload&cid=74 )
(programı ayrıca ekte gönderiyorum). Program hazırlandıktan sonra Talim Terbiye
Kurulunda görüşüldü ve kabul edilerek uygulamaya konuldu. Bu yeni programın
eski programla kıyaslaması konusunda değişik üniversitelerde yüksek lisans
seviyesinde çalışmalar yapıldı.
Bunlara geçmeden önce, programın kabulünden
sonra uygulamada yapılan bazı değişikliklerden söz etmem gerekecek. Öncelikle
ders zorunlu olmaktan çıkarıldı, seçmeli hale getirildi, haftalık ders saati 1
saate indirildi ve dersin kredisi sıfırlandı. Bu durumda da bu dersler artık öğrenciler
için geçme/kalma zorunluluğu olmayan, veli için herhangi bir sınavda sorusu çıkmayacağı
için alınmasının zaman kaybından başka bir önemi olmayan dersler haline
getirildi.
Bu uygulamanın MEB acısından iki faydası oldu?
Ders seçmeli olunca alan öğrenci sayısı azaldı, bunun sonucunda Öğretmen ihtiyacı
azaldı, dersin yapılması için gerekli olan donanım alimi/yenilenmesi, internet bağlantısı
ve bunu kullanacak öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri gibi yükler MEB’in elde ettiği
ikinci basari olarak basari hanelerine yazıldı. Öğretmen ihtiyacı azalınca da öğretim
üyesi olduğum ve kuruluşları aşamasında katkım olduğunu övünerek söyleyebileceğim
"Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi" Bölümlerinden mezun
olan öğretmen adayları okullarda Formatör öğretmen olarak görevlendirilmeye başlandı.
Bu bolümler 1998 yılında kuruldukları günden itibaren sayıları her yıl artarak
63 bölüm olarak gecen yılki ÖSYM kılavuzlarında yer almışlardı. Bu yıl da sayının
artacağını düşünüyorum. Yıllık olarak yaklaşık 2500 civarında mezun vermekte olduklarını
biliyorum. Bu bölümlerden mezun olan öğretmen adayları konusunda geçenlerde
Newsweek dergisinde bir yazı yayınlandı (İş-Bulmada-Kim-Daha-Şanslı-Newsweek-araştırması)
. Konuyu dağıtmamak için mezunları ne kadar şanslı olduklarını bir kenara bırakıp
devam etmek istiyorum.
Formatör öğretmen kavramı 1990’larda MEB’in
okullarda bilgisayar bilen öğretmen sayısını artırmak amacıyla kullandığı bir kavramdı.
1992-1998 yılları arasında ben de hem eğitici ve hem de yönetici olarak ODTÜ’ye
MEB aracılığıyla gelen değişik branş öğretmenlerine uygulanan hem Formatör ve
hemdeTekâmül kurslarında görev almıştım. Bu kurslarda değişik branşlardan gelen
öğretmenlere yazılım ve donanım konularında yaklaşık iki ay suren 200-300
saatlik kurslar düzenleniyor ve sonucunda da Formatör Öğretmen sertifikası
veriliyordu (Bilgisayar Formatörü). Bu öğretmenlerden beklenti ise, görev
yerlerine gittiklerinde diğer öğretmenlere öğrendikleri bu bilgilerle
teknolojiyi müfredata uydurmalarına yardımcı olmaları bekleniyordu. Yıllardır
bu işin içinde olan bir kişi olarak bu modelin başarılı olduğunu söylemem çok
zor. Geçici bir çözüm olarak 1990’larda bulunan bu yol daha sonra sanki gerçek çözüm
buymuş gibi hala uygulanmaya çalışılıyor.
Bu yöntemde hedef kitle öğretmenler olduğu için
halen görev başında olan öğretmenler için makul görünebilir. Ama, problemin asıl
çözümü genelde Üniversiteler ve özelde ise Eğitim Fakültelerinde olmalı, eğer öğretmenler
hizmet öncesi eğitimlerinde bu konularda yeterince eğitim/öğretim alabilecek
olsalar daha sonra bu tür aspirin çözümlere gerek kalmaz. MEB ve YÖK’ün yapması
gereken öğretmen yeterliklerini belirledikten sonra bu yeterlikler arasında
olmazsa olmaz olan "Bilgi ve İletişim Teknolojileri" kullanımı (ECDL değil,
Word, Excel kullanımı değil bunlar sadece kullanıcı üretirler(tüketici) bunun
yerine bu araçlarla üretim yapabilecek bilgilerle donanmış öğretmenler ancak teknolojiyi
müfredata entegre edebilirler) konusunda standartları belirleyip buna uygun müfredat
oluşturmaları ve bunu zorunlu hale getirmeleri gerekir. Bu konuda seçme sansımız
yok diğer ülkelerle aramızdaki fark gittikçe açılıyor (sayısal yarılma, ikinci
kirilma http://guide.ceit.metu.edu.tr/documents/digitalnatives_26_5_2004_files/frame.htm ).
(http://guide.ceit.metu.edu.tr/ ).
Öğretmen konusunda söylemek istediklerimi bir
yana bırakıp asıl önemli hedef kitleye bakmam gerekirse, zaman zaman övündüğümüz
genç nesil, evet TE(Temel Eğitim)’in 1-12 yılları arasında bulunan genç kuşağın
"Bilgi ve İletişim Teknolojileri" konusundaki eğitim/öğretimleri. Bu kuşaklar
nasıl öğrenecekler bu teknolojileri, kimler onlara yardımcı olacak, hangi içerik
ve bu içerik nasıl kullanılacak konuları önümüzdeki yılların sorunlarını oluşturacak
gibi görünüyor. MEB’in şimdiki uygulaması, onların bu konuda bir kaygı taşımadığını,
bu öğrencilerin bu teknolojileri kendi kendilerine öğrenebilecekleri yönünde görünüyor,
çok ders almakla çok öğrenilemez özdeyişini çok seviyorlar. Dolayısıyla,
zorunlu bir derse, ve öğretmene gerek yok sonucu ortaya çıkıyor ve bunu
uyguluyorlar. Yukarıda bağlantısını verdiğim Sayısal Yarılma (Digital
Divide, http://www.marcprensky.com/writing/Prensky%20-%20Digital%20Natives,%20Digital%20Immigrants%20-%20Part1.pdf )
günümüzün en önemli gerçeği.
İlgili yazıda Marc Prensky’in vurguladığı sayısal
vatandaşlar artık ortama hakim olmaya başladılar ve ne yazık ki sayısal göçmen
olmayan kişilerin belirlediği programlarla yarına hazırlanıyorlar. Yazıda geçen
yarılma, donanım bazında sahip olmanın önemli olduğu vurgulamaktaydı ancak WEB
2.0’in gelmesiyle birlikte artık sadece kullanıcı olmak yetmiyor, üretici (sayısal
üretici) olmak gerekiyor, bu ise öyle kendi kendine öğrenmeyle geçiştirilebilecek
bir kavram değil. Günümüzde insanlar nasıl kendi kendilerine matematik, fizik,
kimya, biyoloji öğrenmiyorlarsa/öğrenemiyorlarsa sayısal vatandaşların dünyasında
üretici olmak da kendi kendine olamayacak bir durum.
Aslında, aklımın almadığı bir başka konu ise, yıllarca
zorunlu olarak haftada saatlerce öğrettiğimizi zannettiğimiz yabancı dil,
matematik ve fen konularında uluslararası sınavlardaki durumumuza baktığımızda
bu gençlerimizi hiç eğitim vermeden sayısal üreticiler olarak kendilerinin çözüm
bulmalarını beklemek? galiba ham hayalden öteye geçmez. Eğer bu sayısal üreticilik işi kendiliğinden
gerçekleşebiliyorsa hemen diğer alanlarda da aynı uygulamaya geçebiliriz!
MEB’in bu son uygulamasıyla bizim yeni
nesillerimiz için de sayısal yarılma hızla devam ediyor olacak ve etkilerini de
en fazla 10 yıl içinde görebileceğiz. MEB, şimdilik donanım yenile, öğretmenleri
hazır hale getir, yeni donanım al baskılarından kurtulmuş olabilir, başka bir deyişle
“Okullar olmadan Milli Eğitim’i çok iyi idare ediyor” görünebilirler, bu
durumda kaybeden yeni nesiller ve bu Ülke olacaktır.
Yurt dışındaki okullara bakıldığında özellikle
her durumda örnek verilen ABD’de (Benzeri yerleştirme sistemi Kanada ve İngiltere’de
de var) bile TE-9-12 (K9-12) seviyelerinde AP (Advanced Placement) sınavlarında
soru çıkan "ICT" alanına
yönelik hazırlık için dersler yer almaktadırlar. Eğer ICT konusundaki bu
kavramlar/bilgiler kendi kendilerine öğrenilebiliyorsa niçin bu ülkeler öğrencilerine
bu dersleri veriyorlar? ve üniversiteye yerleştirmede bir ölçüt olarak
alabiliyorlar? Galiba biz onlardan daha akıllıyız? Öyleyse niçin uluslararası sınavlarda
alınan sonuçlar bu savı desteklemiyor?
Yakın bir gelecekte bu "ICT" işi fen
gibi, matematik gibi uluslararası sınavlarda bir bölüm olarak karşımıza çıkacak
ve o zaman bizde yeniden bu dersleri programlarımıza koyup onlara yetişmeye çalışacağız.
Tıpkı, Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi Türk gibi başladığımız bir işi yüzümüze
gözümüze bulaştırdıktan sonra tekrar düzletmeye çalışacağız.
Sayın Güçlü, umarım zamanınız olur ve bu yazıyı
okuyabilirsiniz, çünkü, ikinci yarılmanın etkisi çok uzun süre bizi uğraştıracak.
Saygılarımla
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi
Bolumu,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
06531-Ankara