Çarşamba, Ağustos 05, 2009

Sayısal Yarılma, İkinci Kırılma


Merhaba:

Ülkemizde Temel Eğitimin 1-12 sınıflar düzeyinde verilen Bilgisayar dersi ve bu dersi okullarda okutmak üzere yetiştirilen "Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi" bölümü mezunlarını doğrudan ilgilendiren "Bilgisayar Dersi" konusunda Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı uygulama konusundaki görüşlerimi aktarmak üzere Milliyet Gazetesi yazarı sayın Abbas Güçlü ‘ye aşağıdaki maili gönderdim, umarım bu soruna gereken ilginin gösterilmesi konusunda bizlere yardımcı olurlar....
------------------------------------------------------------------------------------------

Sayın Güçlü:

Üniversitelerle ilgili yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Üniversitelerin durumlarının tartışıldığı bugünlerde gözlerden kaçan bir nokta ileride başımıza çok büyük sorunlar açacağı kaygısını taşıdığım için sizinle paylaşma ihtiyacı duydum ve bu epostayı size göndermeye karar verdim. Günümüzde TE12 (K12) okullarında okutulan ya da okutulması bence gerekli olan Bilgisayar derslerinin 1-8. Sınıflarının müfredat çalışmalarını hazırlayan gurubun içeresinde yer aldım. (Bkz.
http://ttkb.meb.gov.tr/ogretmen/modules.php?name=Downloads&d_op=viewdownload&cid=74 ) (programı ayrıca ekte gönderiyorum). Program hazırlandıktan sonra Talim Terbiye Kurulunda görüşüldü ve kabul edilerek uygulamaya konuldu. Bu yeni programın eski programla kıyaslaması konusunda değişik üniversitelerde yüksek lisans seviyesinde çalışmalar yapıldı. 

Bunlara geçmeden önce, programın kabulünden sonra uygulamada yapılan bazı değişikliklerden söz etmem gerekecek. Öncelikle ders zorunlu olmaktan çıkarıldı, seçmeli hale getirildi, haftalık ders saati 1 saate indirildi ve dersin kredisi sıfırlandı. Bu durumda da bu dersler artık öğrenciler için geçme/kalma zorunluluğu olmayan, veli için herhangi bir sınavda sorusu çıkmayacağı için alınmasının zaman kaybından başka bir önemi olmayan dersler haline getirildi.

Bu uygulamanın MEB acısından iki faydası oldu? Ders seçmeli olunca alan öğrenci sayısı azaldı, bunun sonucunda Öğretmen ihtiyacı azaldı, dersin yapılması için gerekli olan donanım alimi/yenilenmesi, internet bağlantısı ve bunu kullanacak öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri gibi yükler MEB’in elde ettiği ikinci basari olarak basari hanelerine yazıldı. Öğretmen ihtiyacı azalınca da öğretim üyesi olduğum ve kuruluşları aşamasında katkım olduğunu övünerek söyleyebileceğim "Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi" Bölümlerinden mezun olan öğretmen adayları okullarda Formatör öğretmen olarak görevlendirilmeye başlandı. Bu bolümler 1998 yılında kuruldukları günden itibaren sayıları her yıl artarak 63 bölüm olarak gecen yılki ÖSYM kılavuzlarında yer almışlardı. Bu yıl da sayının artacağını düşünüyorum. Yıllık olarak yaklaşık 2500 civarında mezun vermekte olduklarını biliyorum. Bu bölümlerden mezun olan öğretmen adayları konusunda geçenlerde Newsweek dergisinde bir yazı yayınlandı (İş-Bulmada-Kim-Daha-Şanslı-Newsweek-araştırması) . Konuyu dağıtmamak için mezunları ne kadar şanslı olduklarını bir kenara bırakıp devam etmek istiyorum.

Formatör öğretmen kavramı 1990’larda MEB’in okullarda bilgisayar bilen öğretmen sayısını artırmak amacıyla kullandığı bir kavramdı. 1992-1998 yılları arasında ben de hem eğitici ve hem de yönetici olarak ODTÜ’ye MEB aracılığıyla gelen değişik branş öğretmenlerine uygulanan hem Formatör ve hemdeTekâmül kurslarında görev almıştım. Bu kurslarda değişik branşlardan gelen öğretmenlere yazılım ve donanım konularında yaklaşık iki ay suren 200-300 saatlik kurslar düzenleniyor ve sonucunda da Formatör Öğretmen sertifikası veriliyordu (Bilgisayar Formatörü). Bu öğretmenlerden beklenti ise, görev yerlerine gittiklerinde diğer öğretmenlere öğrendikleri bu bilgilerle teknolojiyi müfredata uydurmalarına yardımcı olmaları bekleniyordu. Yıllardır bu işin içinde olan bir kişi olarak bu modelin başarılı olduğunu söylemem çok zor. Geçici bir çözüm olarak 1990’larda bulunan bu yol daha sonra sanki gerçek çözüm buymuş gibi hala uygulanmaya çalışılıyor.

Bu yöntemde hedef kitle öğretmenler olduğu için halen görev başında olan öğretmenler için makul görünebilir. Ama, problemin asıl çözümü genelde Üniversiteler ve özelde ise Eğitim Fakültelerinde olmalı, eğer öğretmenler hizmet öncesi eğitimlerinde bu konularda yeterince eğitim/öğretim alabilecek olsalar daha sonra bu tür aspirin çözümlere gerek kalmaz. MEB ve YÖK’ün yapması gereken öğretmen yeterliklerini belirledikten sonra bu yeterlikler arasında olmazsa olmaz olan "Bilgi ve İletişim Teknolojileri" kullanımı (ECDL değil, Word, Excel kullanımı değil bunlar sadece kullanıcı üretirler(tüketici) bunun yerine bu araçlarla üretim yapabilecek bilgilerle donanmış öğretmenler ancak teknolojiyi müfredata entegre edebilirler) konusunda standartları belirleyip buna uygun müfredat oluşturmaları ve bunu zorunlu hale getirmeleri gerekir. Bu konuda seçme sansımız yok diğer ülkelerle aramızdaki fark gittikçe açılıyor (sayısal yarılma, ikinci kirilma http://guide.ceit.metu.edu.tr/documents/digitalnatives_26_5_2004_files/frame.htm ). (http://guide.ceit.metu.edu.tr/ ).

Öğretmen konusunda söylemek istediklerimi bir yana bırakıp asıl önemli hedef kitleye bakmam gerekirse, zaman zaman övündüğümüz genç nesil, evet TE(Temel Eğitim)’in 1-12 yılları arasında bulunan genç kuşağın "Bilgi ve İletişim Teknolojileri" konusundaki eğitim/öğretimleri. Bu kuşaklar nasıl öğrenecekler bu teknolojileri, kimler onlara yardımcı olacak, hangi içerik ve bu içerik nasıl kullanılacak konuları önümüzdeki yılların sorunlarını oluşturacak gibi görünüyor. MEB’in şimdiki uygulaması, onların bu konuda bir kaygı taşımadığını, bu öğrencilerin bu teknolojileri kendi kendilerine öğrenebilecekleri yönünde görünüyor, çok ders almakla çok öğrenilemez özdeyişini çok seviyorlar. Dolayısıyla, zorunlu bir derse, ve öğretmene gerek yok sonucu ortaya çıkıyor ve bunu uyguluyorlar. Yukarıda bağlantısını verdiğim Sayısal Yarılma (Digital Divide, http://www.marcprensky.com/writing/Prensky%20-%20Digital%20Natives,%20Digital%20Immigrants%20-%20Part1.pdf ) günümüzün en önemli gerçeği.

İlgili yazıda Marc Prensky’in vurguladığı sayısal vatandaşlar artık ortama hakim olmaya başladılar ve ne yazık ki sayısal göçmen olmayan kişilerin belirlediği programlarla yarına hazırlanıyorlar. Yazıda geçen yarılma, donanım bazında sahip olmanın önemli olduğu vurgulamaktaydı ancak WEB 2.0’in gelmesiyle birlikte artık sadece kullanıcı olmak yetmiyor, üretici (sayısal üretici) olmak gerekiyor, bu ise öyle kendi kendine öğrenmeyle geçiştirilebilecek bir kavram değil. Günümüzde insanlar nasıl kendi kendilerine matematik, fizik, kimya, biyoloji öğrenmiyorlarsa/öğrenemiyorlarsa sayısal vatandaşların dünyasında üretici olmak da kendi kendine olamayacak bir durum.

Aslında, aklımın almadığı bir başka konu ise, yıllarca zorunlu olarak haftada saatlerce öğrettiğimizi zannettiğimiz yabancı dil, matematik ve fen konularında uluslararası sınavlardaki durumumuza baktığımızda bu gençlerimizi hiç eğitim vermeden sayısal üreticiler olarak kendilerinin çözüm bulmalarını beklemek? galiba ham hayalden öteye geçmez.  Eğer bu sayısal üreticilik işi kendiliğinden gerçekleşebiliyorsa hemen diğer alanlarda da aynı uygulamaya geçebiliriz!

MEB’in bu son uygulamasıyla bizim yeni nesillerimiz için de sayısal yarılma hızla devam ediyor olacak ve etkilerini de en fazla 10 yıl içinde görebileceğiz. MEB, şimdilik donanım yenile, öğretmenleri hazır hale getir, yeni donanım al baskılarından kurtulmuş olabilir, başka bir deyişle “Okullar olmadan Milli Eğitim’i çok iyi idare ediyor” görünebilirler, bu durumda kaybeden yeni nesiller ve bu Ülke olacaktır.

Yurt dışındaki okullara bakıldığında özellikle her durumda örnek verilen ABD’de (Benzeri yerleştirme sistemi Kanada ve İngiltere’de de var) bile TE-9-12 (K9-12) seviyelerinde AP (Advanced Placement) sınavlarında soru çıkan  "ICT" alanına yönelik  hazırlık için dersler yer  almaktadırlar. Eğer ICT konusundaki bu kavramlar/bilgiler kendi kendilerine öğrenilebiliyorsa niçin bu ülkeler öğrencilerine bu dersleri veriyorlar? ve üniversiteye yerleştirmede bir ölçüt olarak alabiliyorlar? Galiba biz onlardan daha akıllıyız? Öyleyse niçin uluslararası sınavlarda alınan sonuçlar bu savı desteklemiyor?

Yakın bir gelecekte bu "ICT" işi fen gibi, matematik gibi uluslararası sınavlarda bir bölüm olarak karşımıza çıkacak ve o zaman bizde yeniden bu dersleri programlarımıza koyup onlara yetişmeye çalışacağız. Tıpkı, Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi Türk gibi başladığımız bir işi yüzümüze gözümüze bulaştırdıktan sonra tekrar düzletmeye çalışacağız.

Sayın Güçlü, umarım zamanınız olur ve bu yazıyı okuyabilirsiniz, çünkü, ikinci yarılmanın etkisi çok uzun süre bizi uğraştıracak.

Saygılarımla

Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bolumu,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
06531-Ankara