Cumartesi, Şubat 21, 2015

Manifesto 15; Değişen Öğrenme

"Sorunlar onları yaratanların mantığıyla çözülmez". Albert Einstein.

Merhaba:
Son günlerde eğitim konusunda sadece bizde değil dünyanın her tarafında insanlar "ne olacak bu eğitimin hali" diye kaygılanıp çözüm önerileri geliştirmeye çalışıp bunları paylaşıyorlar. Bu çabalardan ilgi çekenlerden birisi "Manifesto 15: Evolving learning" adıyla 


paylaşıma açılmış ve Eğitimpedia adresinde Türkçeleştirilerek kamuoyunun dikkatine sunulmuş bulunmaktadır. Yazının giriş kısmında 

"İlham kaynağı olan belgelerin çoğu güçlü bir şekilde bir tarihle ilişkilendirilir. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, 4 Temmuz 1776′da imzalanmıştı; Charter 77, Ocak 1977′de ortaya çıkmıştı; Dogme 95, 1995 yılında hazırlanmıştı. Fikirler zaman içinde dönüşür ve gelişir. Bu manifesto; fikirlerimizin, geleceğe yönelik vizyonlarımızın ve bugüne kadar öğrenme ve eğitim ile ilgili öğrendiklerimizin bir fotoğrafını temsil ediyor. Bu metin, şimdiye kadar neyi nasıl yaptığımızı ve bir sonraki eylemlerimizin neler olması gerektiğini anlamamızı sağlayan bir referans noktası niteliği taşıyor." deniliyor. 

Belge, 10 maddeden oluşuyor benim ilgilimi çeken 7. madde oldu. Bu madde de 

"Görünmeyen öğrenme, öğrendiklerimizin çocuğunun “görünmez” olduğunu kabul eden bir tanımdır. Yani öğrenme, örgün eğitimden çok örgün olmayan (non-formal), kendiliğinden (informal) ve tesadüfi deneyimlerle gerçekleşir. (Cobo & Moravec, 2011)." 2011 yılında yazılan bir yazıya referanslanan "Görünmeyen öğrenme" tanımı bana 2004 yılında yazdığım "Öğrenmede minimum yasası" başlıklı yazımı hatırlattı.
"Özden, M. Y. (2004). Law of the Minimum in Learning. Educational Technology & Society, 7 (3), 5-8"
Bu yazımın Türkçesine "Öğrenmede Minimum Yasası" bağlantısından erişebilirsiniz. 2004 yılında öğrenme konsundaki görüşlerimi şu cümlelerle tanımlamışım 

"“..öğrenme” negatifi olmayan, biz farkında olsak da olmasak da herhangi bir yerde ve zamanda gerçekleşen durağan olmayan (Bruner) ve sürekli bir işlevdir. Hayata gelişimizle başlar (bize aktarılanlarla birlikte anne karnındayken bile) ve yaşamımız boyunca sürekli öğreniriz bu yüzden eksik olur yanlış olur ama negatif (hep sıfırdan büyüktür) olmaz. Anlamlı öğrenmeler ise sosyal bir çevre içerisinde gerçekleşir. Bir yolla kendi kendimize öğreniriz ama anlam içinde bulunduğumuz çevre yardımıyla oluşturulur. 

Ben öğrenmenin sürekli olduğuna inanıyorum yani öğrenilen çoğu şeyin bizlere anne ve babalarımızdan (atalarımızdan) “Learnosomes”? adını verdiğim öğrenmenin temel yapıları aracılığıyla aktarıldığını düşünüyorum. Ne yazık ki, günümüzde bu yapıların moleküler varlığı konusunda bir doğrulama olmasada yakın bir gelecekte varlıklarının bulunacağı konusunda iyimser görüşe sahibim.

Öğrenme sürekli bir işlev olduğu için devamlı bir şekilde öğrenemeye devam ederiz, öğrendiklerimiz hiç bir zaman tamamıyla kaybolmaz daha önceki tecrübelerimiz ve sosyal çevrenin etkisiyle yani anlamlara dönüşür yani öğrenme yoktan var olmaz, var olan öğrenmeler de yok olmaz ancak şekil değiştirir (Öğrenmenin Korunumu (Sakımı) Kanunu)." 
Sonuç olarak, öğrenmenin formal/non-formal'i olmaz anlamlı, anlamsız, yalan, yanlış sürekli öğreniriz. Öğrenmeyi, sadece okul çerçevesine sınırlamak, birde üstüne öğretmeye kalkmak :-) bugünkü eğitim/öğretim sistemlerinin en büyük çıkmazlarını oluşturuyor. Öncelikle, öğrenme konusunda öğrendiklerimizi sorgulayarak buradan bir çıkış yakalayabiliriz, değilse, sorunlar onları yaratanların mantığıyla çözülmeyeceği için boşuna zaman harcamaya devam edeceğiz. bitirmeden bir iki kalıp haline getirdiğim cümleyi de paylaşayım.

"Eğer yanlış trene binmişseniz, koridorda ters yöne gitmek sizi hedefinize götürmez".

"Nitelikli eğitim bütün çocukların hakkıdır". 
"Nitelikli eğitim için nitelikli öğrenme yardımcısı (biz öğretmen diyoruz) gerekir". 
"Bütün toplumların gelişmişlik seviyesi, sahip olduğu nitelikli öğretmen kadardır"
"Öğrenmenin sahibi kim" bunu bilmeden öğrenme konusunda çözüm oluşturulamaz".

Saygılarımla












  

Pazartesi, Şubat 16, 2015

Geleceği Silisyum mu? Karbon mu? şekillendirecek! Bitkilerden elektrik enerjisi elde edilebilir mi?

Merhaba:
Bugün Facebook'a bakarken eski öğrencilerimden sayın Uğur Umutluoğlu'nun gönderdiği bir resim uzun süredir yazmayı düşündüğüm bu yazı yazıyı yazmama neden oldu. Resim bana güneş enerjisinden elektrik enerjisi elde etmede geldiğimiz noktayı göstermesi açısından çok anlamlı geldi. 




Güneş pilleri, yüzeylerine gelen güneş ışığını doğrudan elektrik enerjisine dönüştüren yarı iletken maddelerdir. Yüzeyleri kare, dikdörtgen, daire şeklinde biçimlendirilen güneş pillerinin alanları 100 cm2  civarında, kalınlıkları özellikle en yaygın olan silisyum güneş pillerinde 0.2 – 0.4 mm arasındadır. 

Resim üzerinden konuşmaya devam edecek olursak, yakın bir gelecekte bu tür güneş pilleri giyilebilir hale gelebilirler ve cebimize koyduğumuz herhangi bir cihazın hiçbir zaman pili bitmeden kullanımımıza hazır olabilir (havalar güneşli olduğu sürece). Tam bu nokta da benim aklıma organik sistemlerle yukarıda örneğini konuştuğumuz inorganik sistemlerden hangisinin gelecekte daha çok tercih edileceği sorusu geldi? Organik gurubunda yer alan canlı sistemleri kullanarak bu tür bir enerji dönüştüren sistem düşünülebilir mi?. Bitkileri düşündüğümüzde "Fotosentez" yapan bitkiler yaşamları boyunca güneş enerjisinden elde ettikleri enerjiyi kimyasal enerjiye çevirerek hem yaşamsal faaliyetlerini sürdürmekte hem de besin olarak kullandıkları/kullandığımız karbonhidratları (basitçe şeker diyebiliriz) sentezlemektedirler. Bu enerji dönüşümünü güneş enerjisi----> kimyasal enerji olarak söyleyebiliriz. Elde edilen enerji  ATP (Adenozin tri fosfat), NADPH olarak depolanmakta ve canlı ne zaman enerji ihtiyacı olursa 3 fosfat bağından birini kırarak ortaya çıkan enerjiyi kullanarak sağlamaktadır. Sonuç olarak güneş enerjisi "Fotosentez" yapabilen canlılar için masrafsız enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır (aynı zamanda tertemiz enerji, işlem sonucunda oksijen verilmekte) :-) Tam bu noktada, neden bu sistem evlerimizin ısıtmasında, soğutulmasında, diğer elektrik enerjisi isteyen etkinliklerin sürdürülmesinde kullanılmasın? "Fotosentez" yapan canlılar neden bu enerji üretiminde kullanılmasın diye bir soru sorsam? cevabı çok kolay olmayacaktır sanırım.  Nedenine gelince, insanoğlu olarak günümüzde "Teknolojik araç gereç" olarak kullandığımız bütün yapılar ne yazık ki inorganik malzemeler kullanılarak elde edilmiştir. Güneş pillerinin temel malzemesi olan Silisyum bunların en şöhretli olanıdır. Bilgisayar diye nitelediğimiz yapıların temelinde de silisyum tabanlı çipler kullanılmaktadır. Organik olarak adlandırdığımız canlılar ise Karbon tabanlıdır. Bu iki element doğada yaygın olarak bulunmaktadır. Kısaca bilgi vermek için her ikisinin kimyasal bağ yapma özelliklerine baktığımızda;

     


Birbirlerine çok benzediklerini söylemek çok iddialı olmayacaktır. Birbirlerine bu kadar benzeyen iki yapıdan doğa canlılar için Karbonu kullanırken, en büyük insan buluşlarında Karbon yerine Silisyum tercih edilmiştir. Bu tercihler sonucunda olanlara baktığımızda ise, günümüz teknolojik cihazlarının temelini oluşturan bilgisayarlar ikili bir sistemle kodlanabilirken (binary) canlılar 4'lü bir kodlama sistemine göre kodlanmaktadır (DNA, RNA) İkili sistemle kodlanan cansız yapılar ancak sayısal verileri anlayabilirken 4'lü sistemle kodlanan canlılar analog elektrik sinyallerini anlayabilmekte ve yorumlayabilmektedirler. Canlı sistemler bu 4'lü kodlama sistemini kullanarak kendi benzerlerini hatasız olarak üretebilmekte, ve mutasyonlar yoluyla da sürekli olarak ortam koşullarına uygun değişimler geçirerek evrimleşmektedirler. Henüz, en küçük canlı özelliği gösteren bir varlığı silisyum tabanlı olarak üretebilmiş değiliz. Aslıda bunun için daha çok uğraşmamız gerekecek gibi, canlıların yaşı göz önüne alındığında arkasında 3.5 milyar yıl gibi bir tecrübenin olduğunu hatırlamak faydalı olacaktır. 

Bu bilgileri göz önüne aldığımızda önce seçim konusunda radikal bir dönüşüm gerekecek gibi görünüyor silisyum yerine karbon tabanlı sistemlere dönüş :-) eğer bu gerçekleşebilirse o zaman şöyle hayaller kurabiliriz. Canlılar tarafından üretilen elektrikle aydınlatılan şehirler. buzdolapları, klimalar, bu elektriği kullanarak pillerini doldurduğumuz arabalar vb. :-) 

Ek olarak, wireless iletişim yerine feremon tabanlı iletişim. Böcekler bu yöntemle kilometrelerce uzaktan birbirleriyle iletişim kurabiliyorlar. Arılar polenlerin yerini birbirlerine adresleyebiliyorlar. Bu tür bir iletişim sayesinde bugünlerde maruz kaldığımız birçok zararlı etki ortadan kalkacaktır :-) 

1990'lı yılların sonundaki derslerimde öğrencilerle gelecekten konuşurken bir zaman sonra silisyum tabanlı çiplerin yerine karbon tabanlı çiplerin alacağını (adı için de ZENTIUM diye bir adlandırmam olmuştu) çocuklara doğumlarından itibaren bu çiplerin takılacağını bu çipler sayesinde kablosuz? iletişim sağlanırken düşünme aktarma, beyin okuma dahil (çipi hacklenenler? :-)) aklımızda şuan olamayan birçok şeyin gerçekleşebileceğini konuştuğumuzu hatırlıyorum. Aslında, doğa bu konudaki alıştırmalarına/araştırmalarına devam ediyor, Bacterial rhodopsin'den yola çıkarak insan gözündeki rodopsin'e kadar ışığa duyarlı yapılar ışık enerjisiyle işler yapmaktalar. Kim bilir, yakın bir gelecekte bu proteinler kullanılarak güneş enerjisinden bizim istediğimiz yönde gelişmeler olursa sürpriz olmaz. 

Saygılarımla,