Aşağıdaki yazı dekan olarak görev yaptığım dönemde ODTÜ - Eğitim Fakültesi olarak oluşturduğumuz ve kamuoyuyla 16 Mart 2012 tarihinde paylaştığımız görüşleri içermektedir.
“İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİMİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI”
ODTÜ EĞİTİM FAKÜLTESİ GÖRÜŞÜ
20 Şubat 2012’de TBMM Başkanlığı’na sunulan ve 23 Şubat
2012’de Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda görüşülmeye
başlanan “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” üzerinde toplumun çeşitli kesimlerinden yoğun
görüş ve öneriler gelmiş ve önce teklifin sevk edildiği alt komisyonda, daha
sonra da genel komisyon toplantılarında teklif çeşitli değişikliklere
uğramıştır. Bu süreçte mesleki eğitime
yönlendirme, zorunlu eğitime başlangıç yaşı, ilköğretimin ikinci yarısında
ayrıştırılmış programlar ve eğitim süreçleri üzerinde yoğun tartışmalar olmuş
ve teklif bu konularda yeniden biçimlendirilmiştir. Eğitim Fakültesi olarak teklifin ilk kapsamı
ve daha sonra değişen kapsamı üzerinde bilimsel ilkeler ışığında
değerlendirmeler yaptık; kamuoyuna ve ilgili makamlara duyurduk. Kanun teklifinin bütünü ve çeşitli maddeleri
üzerinde yaptığımız değerlendirmeye ek olarak, ilköğretimin ve ortaöğretimin
yeniden yapılandırılması ve eğitim niteliğinin arttırılması konusunda bir öneri
ortaya koymanın önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Aşağıda bu önerinin ana hatları
gerekçeleriyle birlikte sunulmaktadır.
1.
“5 yaş grubu için okul öncesi eğitim zorunlu eğitim
kapsamına alınmalıdır.” Okul
öncesi eğitim, ülkemizdeki sosyoekonomik eşitsizlik ve farklılıkların
azaltılması, özellikle düşük sosyoekonomik çevrelerden gelen çocukların okulda
daha fazla kalmasının sağlanması ve okuldaki başarısının arttırılması,
yükseköğretime devam etmesi ve iş yaşamlarında daha etkili ve verimli olmaları
için gereklidir. Beyin araştırmaları,
okul öncesi eğitimin çocukların beyin kapasitelerini geliştirdiğini, çocukların
duygusal, zihinsel, motor ve dil gelişimlerine önemli katkı sağladığını,
çocukların ilköğretime daha kolay uyum sağlayarak ileriki eğitim aşamalarında
daha başarılı olmalarına yardımcı olduğunu göstermektedir. Her çocuğun okul öncesi eğitime devam etmesi,
çağdaş toplumlarda bir insan hakkı olarak görülmektedir ve bu karar aileye
bırakılmayacak kadar önemlidir. Beş
yaşını (60 ay) bitiren her çocuk okul öncesi eğitimden yararlanmalı ve bu
eğitimin maliyeti sosyal devlet ilkesi gereği devlet tarafından
karşılanmalıdır. Okul öncesi eğitimin
fayda-maliyet analizleri bu yatırımın karşılığının ekonomik açıdan kat kat
alındığını göstermektedir. Bu nedenle 5 yaşından küçük çocukların da kademeli
olarak okul öncesi eğitimden yararlanmalarını sağlamaya yönelik stratejilerin
de geliştirilmesi gerekmektedir.
2.
“İlköğretime başlama yaşı 6 yaş (72 ay) olmalıdır.” Kanun teklifinde ilköğretime başlama yaşının 5
olması öngörülmüş ancak daha sonra bundan vazgeçildiği belirtilmiştir. Her ne kadar artık kanun teklifinde yer
almasa da ilköğretime başlama yaşının neden en az 6 yaş (72 ay) olması
gerektiği konusunda bilimsel verilere dayalı açıklamalar yapmakta yarar
vardır. Çocukta hafızayı öğrenme
amacıyla etkili kullanma, mantıklı düşünme, yorum, bir işi başından sonuna
gerçekleştirebilme yetileri altı yıldan sonra gerçekleşir. Altı yaş öncesi çocuğun beynindeki bilişsel
yapılar okul temelli akademik öğrenme için henüz gelişmiş değildir. Altı yaş öncesi dönemde dikkat süresi kısa
olduğu için okullardaki 40 dakikalık derslerde bu çocukların oturmaları ve
dikkatlerini derse vermeleri mümkün değildir.
Bu nedenle çocukların dikkat dağınıklığı, disiplinsizlik, dinleme
bozukluğu gibi etiketlendirmelere maruz kalmaları ve bu durumun sonraki eğitim
yaşantılarını derinden etkilemesi olasıdır.
İlköğretime başlama yaşının belirlenmesi konusunda çocuğun zihinsel gelişimi
yanında fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimini de dikkate almak
gerekir. Zihinsel olarak gelişmiş
olmanın yanında sosyal yönden kendini ifade edebilmesi, diğer çocuklarla
üretken ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesi, gerektiğinde bir takımın parçası
olabilmesi, gerektiğinde liderlik yapabilmesi ve haklarını koruyabilmesi
gerekir. 6 yaş öncesi çocukların okumayı
öğrenmeleri, bu çocukların ilköğretime başlamak için yeterli zihinsel,
fiziksel, sosyal ve psikolojik olgunluğa ulaştığı anlamına gelmez. Literatür erken yaşta ilköğretime başlayan
çocukların ilk yıllarda olmasa bile 4. ve 5. sınıftan itibaren akademik gelişme
açısında sorunlar yaşadığını ortaya koymaktadır. Dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda
çocuklar ilköğretime 6 yaşında başlamaktadır.
İskandinav ülkelerinde çocuklar 7 yaşında (84 ay) ilköğretime başlarlar
ve eğitimde aldıkları başarılı sonuçlar ortadadır. Az sayıda ülkede ilköğretime başlangıç yaşı
5’tir. Bu ülkelerden İngiltere’de
ilköğretime başlama yaşının 6’ya çıkarılması yönünde ciddi öneriler vardır ve
bunlar meclis gündeminde de tartışılmaktadır.
Erken yaşta ilköğretime başlayan çocukların okula uyum ve sağlıklı
sosyal ve psikolojik gelişim açısından sorunlar yaşamaktadırlar. Sonuç olarak, ülkemizde ilköğretime başlama
yaşı 6 (72 ay) olarak yıllardır uygulanmaktadır ve bununla ilgili bir sorun
yaşandığı konusunda bilimsel veriler yoktur.
Bu nedenle okula başlama yaşının 6 olarak devam etmesi önerilmektedir.
3.
“İlköğretimin ilk kademesi en az 5 yıl olarak
düzenlenmelidir.” Kanun teklifinde 8 yıllık kesintisiz zorunlu
eğitim 4 yıllık iki kademeye ayrılmaktadır.
İlk kademenin neden 4 yıl olduğuna ilişkin teklifte bir gerekçe yer
almamaktadır. Bu sürenin 4 yılla
sınırlandırılmasının bilimsel bir temeli olmadığı gibi, gelişmiş ülkelerde de
görülen yaygın bir uygulama değildir.
Birçok ülkede ilköğretimin kademelendirilmesinde 5+3, 6+2, 6+3 modelleri
kullanılmaktadır. Bu tür bir
kademelendirme gelişimle ilgili bilimsel ilkelere de aykırıdır. Gelişimle ilgili bilimsel veriler çocukların
somut işlem dönemini 6-11 yaş olarak ortaya koymaktadır. 12 yaştan itibaren çocuklar soyut işlem
dönemine geçtikleri için öğrendikleri kavramların ve becerilerin düzeyinde bir
farklılık olması doğaldır. 4+4 modelinin
ilk kademesi çocukların somut işlem döneminin ortasına denk gelmektedir. Bu modele bir de zorunlu eğitime başlama
yaşının 5’e alınması teklifi eklendiği zaman çocukların gelişimsel olarak bir
dönemi tamamlayamadan ilk kademeden mezun olmaları (9 ya da 10 yaşında) ve daha
soyut ve üst düzey eğitim vermeyi amaçlayan ikinci kademeye gitmeleri anlamına
gelecektir. Bu nedenle 8 yıllık zorunlu
eğitimin uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle iki ayrı kademeye ayrılması
gerekirse, ilk kademenin en az beş yıl sürmesi, gerek gelişimle ilgili bilimsel
ilkelere gerekse gelişmiş ülkelerdeki kademelendirmeye uygun olacaktır.
4.
“İlköğretimin 9 ve ortaöğretimin 3 yıl olarak
düzenlenmesi seçeneği tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.” Ortaöğretimin
4 yıla çıkarılması ile ilk yıl (9. sınıf) ortak bir program çerçevesinde tüm
öğrenciler için standart hale getirilmiştir.
Bu ilk yılın programı ortak olduğundan ilköğretim kapsamına alınması ve
böylece ortaöğretimin ilk yılından itibaren farklı programlara ya da okullara
ayrışmanın gerçekleşmesi sağlanabilir.
Bu durumda ilköğretimin 9. yılı aynı zamanda bir yönlendirme yılı
olacaktır. Ortaöğretim ise üst düzey
akademik eğitim sağlayan 3 yıllık kurumlar haline gelecektir.
5.
“İlköğretim düzeyinde eğitim programları dil, matematik,
fen ve sosyal bilimler, sanat, spor gibi alanlara dayalı olarak tanımlanan ve
eğitilmiş bireyden beklenen temel yeterlikler çerçevesinde düzenlenmeli ve
çocukları bu yeterliklere uygun olmayan programlara ayrıştırmadan
kaçınılmalıdır.” Her çocuğun kendi potansiyelini,
becerilerini ve özgüvenini geliştirmek, toplumun üretken bir bireyi olmak ve
aynı zamanda bağımsız düşünebilen, sorgulayabilen ve sorun çözebilen bir birey
olabilmek için bilimsel bilgiler ve ilkeler doğrultusunda düzenlenmiş
derslerden ve etkinliklerden oluşan bir temel eğitim ihtiyacı ve hakkı vardır. Kanun teklifinin ilk taslağında ilköğretimin
ikinci kademesinde farklı programlar ve eğitim alternatifleri öngörülmüş ve bu
şekilde çocukların açık öğretim, mesleki eğitim, evde eğitim gibi
alternatiflere olanak sağlanması amaçlanmıştır.
Taslağın daha sonraki metinlerinde ikinci kademe düzeyinde ayrıştırmadan
vazgeçilmiş ve öğrencilerin farklı ihtiyaçlarının, özelliklerinin ve
tercihlerinin seçmeli dersler ve programlar yoluyla karşılanması
öngörülmüştür. Programlarda seçmeli
dersler yoluyla esneklik olması ve öğrencilerin ihtiyaçlarına ve özelliklerine
göre farklı ilgi alanlarında seçmeli dersler alması doğaldır ve günümüzdeki
uygulamada bu tür seçmeli derslere yer verilmektedir. Ancak ikinci kademede öğrenci ilgilerine ve
özelliklerine cevap veren seçmeli derslerin ötesinde kapsamlı alternatif
programlara yer verilmesi durumunda bu zorunlu temel eğitim ilkesine aykırı bir
durum ortaya koyacaktır. Bu nedenle
kanun teklifinde yer alan “seçmeli dersler” kavramının ne anlama geldiği açık
hale getirilmeli ve çocukların alacağı seçmeli derslerin sayısına bir sınırlama
getirilmelidir. Bu konuda bizim önerimiz
her dönem 2 seçmeli dersi geçmeyecek biçimde bir düzenlemenin yapılması ve bu
şekilde temel ve sürekli zorunlu eğitim ilkesinin seçmeli dersler yoluyla ihlal
edilmemesidir.
6.
“Mesleki eğitim ilköğretimin ikinci yarısından sonraya
veya ortaöğretim sonrasına ötelenmelidir.” En iyi mesleki eğitim kapsamlı ve
nitelikli bir genel eğitimin üzerine verilen mesleki eğitimdir. Artık günümüzün meslekleri sabit becerilerden
çok değişen teknolojiye ve koşullara uyum sağlayabilen ve kendini sürekli
geliştirebilen bireylere ihtiyaç duymaktadır.
Bu nedenle geleneksel olarak ortaöğretim düzeyinde 3 ya da 4 yıl olarak
verilen mesleki eğitimin geçerliliği azalmıştır. Nitekim bu okulların mezunlarının kendi
meslek alanlarındaki istihdamı düşük (%7) düzeydedir. Bu nedenle mesleki eğitimin, kanun teklifinin
ilk taslağında olduğu gibi daha erken yaşlara (ilköğretimin ikinci kademesi
gibi) alınması mesleki eğitimdeki gelişmelere de ters bir durumdur. Artık eğitim dünyasında hemen hemen herkes
10-11 yaşlarında bir çocuğu mesleki eğitim ya da genel eğitim dışı bir kanala
yönlendirmenin en temel insan hakkına aykırı olduğu konusunda birleşmektedir. Mesleki eğitim açısından ön planda gelen
Almanya ve Avusturya’da bile erken yaşta ayrıştırmanın sınıfsal ayrımları
derinleştirdiği ortaya çıkmış ve bu ayrıştırmanın daha geç yaşlara alınması
yönünde ciddi çalışmalar başlatılmıştır.
Sonuç olarak tüm gelişmiş ülkelerde mesleki eğitimin başlangıç yılını
geciktirme doğrultusunda bir eğilim varken genel eğitimden taviz verecek
biçimde çocukları erken yaşlarda mesleki eğitime yönlendirmek doğru
değildir. Bu öneri ortaöğretim düzeyinde
mesleki eğitime hiç yer verilmeyeceği anlamına gelmez. Aşağıda 8. maddede önerildiği gibi bazı
mesleklere ilişkin beceriler ortaöğretim düzeyinde seçmeli programlar, dersler
ve işyerinde eğitim uygulamalarıyla öğretilebilir ve ortaöğretim sonrası iş
yaşamına atılmayı düşünen öğrencilere temel eğitimin ana unsurlarından yoksun
kalmadan iş becerilerinin kazandırılması sağlanabilir. Bu uygulamaların sanayi ile işbirliği içinde
modüler olarak düzenlenmesi ve çağın gerektirdiği bilgi ve becerilere yer
vermesi gerekir.
7.
“Okullar arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesi
gerekmektedir.” Ortaöğretim
düzeyinde yer alan kurumlar arasındaki nitelik farklılıkları ortaöğretime geçiş
konusunda yaşadığımız sorunların temelini oluşturmaktadır. Aynı durumun iki kademeye ayrılması durumunda
ilköğretimin ikinci kademesinde de ortaya çıkması olasılığı büyüktür. Bu durumda birinci kademeden mezun olan
öğrenciler daha nitelikli ikinci kademe okullarına gitmek için bir yarışma
içine girecekler ve ortaya çıkan yüksek talep SBS gibi sıralama sınavlarının
uygulanmaya başlamasına neden olacaktır.
Bu tür sınavların öğrencileri dershane yönlendirdiği ve sınav odaklı
eğitimi ön plana çıkardığı bilinmektedir.
Böyle bir durumun ilköğretimin birinci kademesini de sınav odaklı hale
getirmesi ve öğrencileri küçük yaşlarda dershanelere yönlendirmesi
mümkündür. Bu nedenle ilköğretimi iki
kademeye ayırmanın önündeki en büyük risklerden biri okullar arasındaki
potansiyel nitelik farklılıklarıdır. Bu
tür bir sorunun yaşanmaması için ilköğretimi iki kademeye ayırmayı belirli bir
plan çerçevesinde yapmak ve bu süreçte ikinci kademe okulları arasındaki
nitelik farklılıklarını azaltmak önemli bir strateji olmalıdır. Aynı durum ortaöğretim kurumları için de söz
konusudur. Ortaöğretim kurumları
arasındaki büyük nitelik farklılıkları, daha iyi kurumlara olan talebi
arttırmış ve bu kurumlara gidecek öğrencileri belirlemek için OKS, SBS türü
sınavlar uygulanmaya başlanmıştır. Bu
tür bir seçme sistemi eğitimin sınav odaklı olması ve öğrencilerin yoğun biçimde
dershaneye gitmeleri sonucunu doğurmuştur.
MEB SBS’den vazgeçileceğini belirtmektedir. Bu ancak ortaöğretim kurumları arasındaki
nitelik farklılıklarının giderilmesi ile mümkündür.
8.
“Ortaöğretim düzeyindeki okullar arasındaki çeşitliliğin
azaltılması gerekmektedir.”
Ortaöğretim düzeyinde 50’den fazla okul türü vardır. Her bir alan için ayrı bir okul açmak yerine
farklı ilgilerin ve tercihlerin seçmeli dersler yoluyla karşılandığı çok
programlı ortaöğretim yaklaşımı benimsenerek ortaöğretim kurumları arasındaki
çeşitlilik azaltılabilir. Böylece aynı
okulda okuyan öğrenciler için de farklı seçmeli derslerin ve etkinliklerin
sunulduğu zengin öğretim ortamları oluşacaktır.
Bu düzeydeki çeşitliliğin mesleki eğitimi de kapsaması ve genel eğitim
kapsamında seçmeli dersler yoluyla öğrencilerin belirli mesleklere ilişkin
beceri kazanmalarının sağlanması gerekir.
Böylece üniversiteye devam etmeyecek olan öğrenciler ek bir mesleki
eğitim kursu ile bir işe yerleşebilirler.
1980’li yıllarda uygulanan Lise Mezunlarına Meslek Edindirme (LIMME)
Projesi lise mezunlarına kısa sürede meslek kazandırabileceğine ilişkin önemli
bir gösterge olmuştur. Genel eğitim
üzerine bu becerileri kazanan öğrenciler çeşitli iş sektörleri tarafından
meslek lisesi mezunlarına göre daha fazla tercih edilmişlerdir. Bu tür bir program zenginliği çok amaçlı lise
kavramına uygundur ve ortaöğretim kurumları arasındaki ayrışmayı da
azaltacaktır. Bu kapsamda ortaöğretim
kurumları genel liseler, çok amaçlı liseler (mesleki ve teknik eğitimi
kapsayan) ve fen liseleri biçiminde üç kategori altında yeniden
yapılandırılabilir.
9.
“Yükseköğretime geçiş, ilköğretim ve ortaöğretimde
niteliği arttırmaya katkıda bulunacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.” Kanun
teklifinde yükseköğretime geçişte ortaöğretim başarı puanının doğrudan (ağırlıklandırılmış
ortaöğretim başarı puanı yerine) yükseköğretime giriş sınav puanına eklenmesi
önerisi yer almaktadır. Ortaöğretim
kurumları arasındaki nitelik farklılıkları azaltıldığı takdirde öğrencilerin
bitirme notlarının birbiriyle karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi mümkün
olacaktır. Bu anlamda kanun teklifinde
getirilmek istenen kural yerindedir ancak bu kuralın uygulamaya konması için
belirli bir zaman dilimi belirlenmeli ve bu süreçte okullar arası nitelik
farklılıklarının en aza düşürülmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Ortaöğretim kurumları arasındaki farklılıklar
giderilinceye kadar ağırlıklandırılmış başarı puanlarının kullanılması daha
sağlıklı olacaktır. Yükseköğretime
girişte uygulanan testler, ortaöğretim süreçlerini ve anlamlı öğrenmeyi olumsuz
etkilemektedir. Öğrenciler kendilerini teste daha iyi hazırlayacağı
düşüncesiyle dershanelere yönelmekte ve okula verilen önem azalmaktadır. Uygulanan test öğrenci seçimini güvenilir bir
süreçte yapmayı başarmaktadır ancak ortaöğretim programlarının kazanımları ve
eğitilmiş bireyden beklentiler dikkate alındığı zaman geçerliliği oldukça düşük
bir sınavdır. Bugün uygulandığı
biçimiyle bu testlerin götürüsü getirisinden çok daha fazladır. Bu nedenle yükseköğretime girişte uygulanan
testlerde köklü değişikliklere gidilmesi kaçınılmazdır. Bu testlerde sınırlı kazanımları ölçen çoktan
seçmeli sorular yerine PISA testindeki sorulara benzer üst düzey düşünme
becerilerini ölçen sorulara yer veren testler geliştirilmesi ve bunların
ortaöğretim programlarının kazanımlarıyla yakından ilişkilendirilmesi
gerekmektedir. Daha geçerli testler
oluşturma yanında ortaöğretim başarı puanını daha yüksek oranda dikkate almak
(ortaöğretim kurumları arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesiyle
birlikte) ve böylece okul eğitimine verilen önemi yeniden tesis etmek
gerekmektedir.
10.
“Eğitim sistemindeki değişiklikler bilimsel veriler
ışığında gerçekleştirilmelidir.”
Eğitim sistemindeki yapısal değişiklikler tek başına bir anlam ifade
etmemektedir. Gerek ortaöğretime gerekse
yükseköğretime giriş konusunda yapılan değişiklikler (OKS, SBS, ÖSS, LYS, vb.)
teste ve ezbere dayalı eğitim sistemi sorununun çözümü konusunda hiçbir
ilerleme kaydedememiştir. Yapılan her
değişiklik öncesi bu tür gerekçeler öne sürülmüş ve sistemdeki sorun
kullanılarak yeni uygulamalara geçilmiştir.
Ancak yapılan bu değişiklikler de sorunun bir parçası olmaktan ve sorunu
büyütmekten başka bir işe yaramamıştır. 2004
yılında başlatılan öğrenci merkezli yeni programlar ise her ne kadar arkasında
yer alan kavramlar çerçevesinde olumlu ise de sistemde söz verilen köklü
değişim gerçekleşmemiştir. Tüm bu
sorunların arkasında bilimsel araştırmalara dayanmayan ve eğitimcilere
güvenmeyen reform çabaları yer almaktadır.
Bu tür değişimler ilgili çevrelerde bilimsel araştırma sonuçlarına göre
ayrıntılı bir biçimde çalışılmalı, tartışılmalı ve ortaya konan önerilerin
olgunlaşmasına zaman verilmelidir.
Eğitim sisteminde iyileşme önemli ölçüde öğrenme ve öğretme sürecinin
değiştirilmesine bağlıdır ve bu da sistemde yer alan tüm aktörlerin
(politikacılar, yöneticiler, öğretmenler, veliler ve öğrenciler gibi) kapsamlı
ve uzun soluklu bir çabasını gerektirmektedir.
Sonuç olarak, eğitim sisteminin yeniden
yapılandırılmasında aşağıdaki öneriler dikkate alınmalıdır.
1. 5
Yaş grubu için okul öncesi eğitim zorunlu olmalıdır.
2. İlköğretime
başlama yaşı 6 yaş (72 ay) olmalıdır.
3. İlköğretim
dokuz yıl olup 6+3 veya 5+4 şeklinde düzenlenmelidir ve ortaöğretim üst düzey
akademik eğitim sağlayan 3 yıllık kurum olarak yeniden organize
edilmelidir.
4. İlköğretimin
ikinci kademesinde seçmeli dersler olmalı ancak, her dönem 2 seçmeli dersi
geçmeyecek biçimde düzenlenmelidir.
5. Mesleki
eğitim ilköğretimin ikinci yarısından sonraya ötelenmelidir.
6. Okullar
arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesi gerekmektedir.
7. Ortaöğretim
kurumları genel liseler, çok amaçlı liseler (mesleki ve teknik eğitimi
kapsayan) ve fen liseleri biçiminde üç kategori altında yeniden
yapılandırılmalıdır.
8. Yükseköğretime
geçiş, ilköğretim ve ortaöğretimde niteliği arttırmaya katkıda bulunacak
biçimde yeniden düzenlenmelidir.
Saygılarımızla,
ODTÜ-Eğitim Fakültesi
16 Mart 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder